133. Makale - Roma’dan Geri Dönüş

   
   Paragraph Numbers: On | Off
Yazıcı uyumluYazıcı uyumlu

Urantia’nın Kitabı

133. Makale

Roma’dan Geri Dönüş

133:0.1 (1468.1) ROMA’dan geri dönmeye hazırlanırken, İsa, hiçbir arkadaşına güle güle demedi. Şamlı kâtip Roma’da duyurulmadan ortaya çıkmış olup, benzer bir biçimde ortadan kaybolmuştu. Kendisini bilenlerin ve derinden sevenlerin, onu bir daha tekrar görme umudundan vazgeçmesi tam bir bütün yıl almıştı. İkinci yıl sona ermeden, kendisini tanımış olanların küçük toplulukları kendilerini, İsa’nın öğretilerine olan ortak ilgileri tarafından ve kendilerinin İsa ile geçirdikleri iyi zamanların müşterek hafızası vasıtasıyla bir birlerine çekilmiş halde buldular. Ve, Stoacıların, Kiniklerin ve gizem inanışlarını besleyenlerin bu küçük toplulukları, Hıristiyan dininin ilk duyurucularının Roma’daki ortaya çıkışlarının vaktine kadar düzensiz ve gayrı-resmi buluşmaları gerçekleştirmeye devam ettiler.

133:0.2 (1468.2) Gonod ve Ganid İskenderiye ve Roma’da o kadar çok şey almışlardı ki, kendilerine ait tüm eşyalarını seyahatlerinden önce kervanlar ile Taranto’ya göndermişlerdi; bu gerçekleşirken, bu üç yolcu, büyük Appian Yolu üzerinden İtalya boyunca rahatça gezmişlerdi. Bu yolculuk boyunca her türlü insan varlığı ile karşılaşmışlardı. Birçok soylu Roma vatandaşı ve yeni yerleşmiş Yunan sakini bu yol boyunca yaşamaktaydı ve, hâlihazırda, alt düzeyde bulunan kölelerin çok fazla sayıdaki nüfusundan gelen kuşaklar ortaya çıkmaya başlamaktaydı.

133:0.3 (1468.3) Taranto’ya olan yolun yaklaşık olarak yarısında, yemek molası için dinlenirlerken bir gün, Ganid İsa’ya, Hindistan’ın kast sistemi hakkında ne düşünmekte olduğuna dair doğrudan bir soru yöneltti. İsa şunu söylemişti: “Her ne kadar insan varlıkları birçok yönden, birbirlerinden olmak üzere, farklılık göstermekteyse de, Tanrı önünde ve tüm fanilerin ruhsal dünyasında eşit bir düzeyde bulunmaktadır. Tanrı’nın gözünde yalnızca iki fani topluluğu bulunmaktadır: kendi iradesini gerçekleştirme arzusunu duyanlar ve duymayanlar. Kâinat bir yerleşik dünyayı değerlendirirken, benzer bir biçimde iki büyük sınıfı algılar: Tanrı’yı bilenler ve onu bilmeyenler. Tanrı’yı bilemeyenler, herhangi bir âlemin hayvanları arasında görülmektedir. İnsanlık yerli yerince, ister fiziksel, zihinsel, toplumsal, mesleksel veya isterse de ahlaksal bakımdan değerlendirilecek olsun, farklılık gösteren yeterlilikleri ölçüsünde birçok sınıfa ayrılabilir; ancak, fanilerin bu farklı sınıfları Tanrı’nın yargı huzuruna çıktığında, eşit düzeyde bulunmaktadır; Tanrı gerçekten de, hiçbir kişiye iltimas göstermez. Her ne kadar sizler, ussal, toplumsal ve ahlaki hususlarda farklılık gösteren insan yetileri ve bahşedilmişliklerini ayırt etmeden kaçamazsanız da, Tanrı’nın mevcudiyetinde ibadet etmek için bir araya geldikleri zaman insanların ruhsal kardeşliğinde bu türden herhangi bir ayrımlaşmayı gözleyemezsiniz.”

1. Merhamet ve Adalet

133:1.1 (1468.4) Onlar Taranto’ya yaklaşırlarken, yol kenarında bir öğleden sonrası oldukça ilgi çekici bir olay gerçekleşti. Onlar, kaba ve ezmeye çalışan bir gencin daha küçük bir ufaklığa acımasız bir biçimde saldırışına tanıklık etmişlerdi. İsa hemen, saldırıya uğramış gencin yardımına koşmuştu; ve, İsa onu, kaçışını gerçekleştirinceye kadar saldıran kişiyi sıkıca tutarak kurtarmıştı. İsa’nın bu küçük zorbayı serbest bıraktığı an, Ganid oğlanın üzerine atılıp, onu şiddetli bir biçimde tartaklamaya koyuldu, ve, Ganid’i büyük bir biçimde şaşkınlığa uğratarak, İsa olaya derhal müdahale etti. İsa’nın Ganid’i engelleyip, korku içindeki çocuğun kaçmasına izin verişinden sonra, genç adam, nefesini tekrar kazanır kazanmaz, heyecanlı bir ses tonuyla şöyle haykırmıştı: “Ben seni anlayamıyorum, Öğretmenim. Eğer merhamet senin daha küçük olan çocuğu kurtarmanı gerektiriyorsa, adalet, daha büyük ve suç işlemekte olan gencin cezalandırılmasını talep etmemektedir?” Cevap olarak, İsa şunu söyledi:

133:1.2 (1469.1) “Ganid, doğrudur, sen anlamamaktasın. Bağışlama hizmeti her zaman bireyin gerçekleştirdiği şeydir; ancak, adalet cezası, toplumsal, hükümetsel veya evren idari topluluklarının işlevidir. Bir birey olarak ben, merhamet göstermekle yükümlüyüm; saldırıya uğramış ufaklığı kurtarmaya gitmek zorundayım, ve bütüncül bir tutarlılık içerisinde saldıran kişiyi engellemek için yeterli kuvveti kullanabilirim. Ve, bu tam da yaptığım şeydi. Ben, saldırıya uğramış olan ufaklığı kurtarmayı başardım; bu, benim merhamet hizmetimin bittiği yerdi. Bunun sonrasında, ben saldırıda bulunan kişiyi, güçsüz olan tarafın kaçmayı düşünmesine izin verecek kadar yeterli bir süre boyunca kuvvet kullanarak etkisiz hale getirdim; böylece olaydan çekilmiş oldum. Ben; saldırıda bulunan kişi hakkında yargıda bulunmaya, böylece — akranına saldırmasına dâhil olan her durum hakkında nihai hükme vararak — güdüsü hakkında kararda bulunmaya ve bunun sonrasında ise, yapmış olduğu yanlış eyleme karşı aklımın yönlendireceği adil telafi olarak, cezayı uygulamaya geçmedim. Ganid, merhametin eli haddinden fazla bol olabilir; ancak, adalet tam kararında olmalıdır. Herhangi iki kişinin, adalet taleplerini tatmin edebilecek bir ceza üzerinde muhtemel bir biçimde anlaşamayacak oluşunu görememektesin? Biri kırk kırbaç verecek, diğeri yirmi, ve hala bir diğeri de adil bir ceza için tek başına hücre hapsini önerecektir. Bu dünya üzerinde bahse konu sorumlulukların, topluluğa yüklenmesinin veya topluluğun seçilmiş temsilcileri tarafından yerine getirilmesinin daha iyi olduğunu görmemekte misin? Kâinat içinde, yargı, yanlış yapılmış şeylerin tümünün gerçekleştirilme amacına ek olarak onun başlatıcı koşullarını bütünüyle bilen kişilere emanet edilmiştir. Medenileşmiş toplumda ve düzenlenmiş bir evrende, adalet iradesi, adil yargının üzerine verilmiş olan adil hükmü öngörmektedir; ve, bu türden ayrıcalıklı haklar, dünyaların yargıçsal topluluklarına ve tüm yaratım içindeki daha yüksek evrenlerin her-şeyin-bilgisine-sahip idarecilerine verilmiştir.”

133:1.3 (1469.2) Günlerce, onlar, merhamet gösterme ve adaleti uygulamanın bu sorunu hakkında konuşmuşlardı. Ve, Ganid, en azından bir düzeye kadar, İsa’nın neden kişisel kavgaya girişmeyeceğini anlamıştı. Ancak, Ganid, tamamiyle tatmin edici bir cevabı hiçbir zaman alamamış olduğu, son bir soru sormuştu: “Ama, Öğretmenim, eğer daha güçlü ve kendini sinirinden kaybetmiş bir yaratılmış sana saldıracak olursa ve seni yok edecek noktaya yaklaşırsa, ne yapardın? Kendini savunmak için hiçbir çaba göstermez miydin? Her ne kadar İsa, ufaklığın sorusuna bütüncül ve tatmin edici bir biçimde cevap verememiş olsa da, kendisinin (İsa’nın) yeryüzü üzerinde, izlemekte olan bir evren için Cennet Yaratıcısı’nın derin sevgisinin örneği olarak yaşamakta olduğunu Ganid’e açığa çıkarmaya gönüllü olmasa da, şu kadarını söylemişti:

133:1.4 (1469.3) “Ganid, bu sorunların bazılarının seni nasıl kafa karışıklığına düşürdüğünü çok iyi anlamakta olup, sorunu cevaplamaya çabalayacağım. İlk olarak, benim şahsıma yapılabilecek tüm saldırılarda, saldıran kişinin — beden içindeki kardeşim olarak — Tanrı’nın bir evladı olup olmadığını belirlerdim; ve, eğer bu türden bir yaratılmışın ahlaki yargıyı ve ruhsal nedenselliği taşımamakta olduğunu düşünürsem, ben hiçbir tereddüde sahip olmadan, saldıranda yaratacağı sonuçlardan bağımsız olarak, karşı koyma gücümün son noktasına kadar kendimi savunurdum. Ancak, kendimi savunma içinde bile, evlatlık düzeyine ait bir akran insanına bu şekilde bile saldırmazdım. Yani bu, bana karşı olan saldırısı için onu önceden ve yargısız cezalandırmayacağım anlamına gelmektedir. Ben, bu türden bir saldırıyı gerçekleştirmesini engellemek ve onu vazgeçirmek, ve durdurmada başarısız olmam durumunda ise onu hafifletmek için her şeyi yapardım. Ben, cennetsel Yaratıcım’ın üst-gözetiminden mutlak bir biçimde eminim; ben, cennet içindeki Yaratıcım’ın iradesini gerçekleştirmeye adanmış bulunmaktayım. Ben, gerçek anlamda zararın başıma geleceğine inanmıyorum; ben, yaşam emeğimin, düşmanlarımın başıma gelmesini arzu edebileceği herhangi bir şey tarafından tehlike altına düşebileceğine inanmamaktayım; ve, kesin bir biçimde, bizler, arkadaşlarımızdan gelebilecek herhangi bir şiddetten korku duymamalıyız. Ben mutlak bir biçimde, tüm kâinatın bana karşı arkadaşçıl olduğundan eminim — bu her-şeye-gücü-yeten gerçekliğe, buna tezat tüm görünenlere rağmen duyduğum içten bir güven ile inanmakta ısrarcıyım.”

133:1.5 (1470.1) Ancak, Ganid, bütünüyle tatmin olmamıştı. Birçok kez onlar bu hususlar üzerine konuşmuştu; ve, İsa ona, çocukluk deneyimlerinden bazısından, ve aynı zamanda, taş ustasının oğlu olan Yakub’dan bahsetmişti. Yakob’un İsa’yı savunmak için nasıl kendisini atamış olduğunu öğrenmesi üzerine, Ganid şunu söylemişti: “Oh, şimdi anlamaya başlıyorum! İlk olarak, herhangi bir normal insan varlığı senin gibi böyle iyi bir insana saldırmak istemeyecektir; ve, herhangi biri böyle bir şeyi yapacak kadar düşüncesiz olsa bile, her nasıl senin her zaman sıkıntıda olduğunu gördüğün herhangi bir kişiyi kurtarmak için yardıma gitmen gibi, senin yardımına koşacak başka bir faninin her zaman yakında bulunması neredeyse kesin bir durumdur. Kalbim içinde, Öğretmenim, seninle hem fikirim; ancak, aklım içinde ben hala düşünmekteyim ki, eğer Yakub olsaydım, sırf kendini savunmayacağını düşündükleri için sana saldırmaya cüret eden bu kaba akranları cezalandırmadan büyük keyif alırdım. Ben öngörmekteyim ki, sen; zamanının büyük bir kısmını başkalarına yardım etmede ve sıkıntı içindeki akranlarına hizmet etmede harcadığın için yaşamdaki yolculuğun boyunca oldukça güvende olacaksın — yani, kuvvetle muhtemel ki her zaman, yakınında seni savunacak biri olacak.” Ve, İsa şu cevabı verdi: “O sınav henüz gelmedi, Ganid; ve, o geldiği zaman, bizler Yaratıcı’nın iradesine sadık kalmak zorunda olacağız.” Ve, bunlar, bireyin kendisini savunuşundan ve karşılık göstermemesinden olan bahse konu çetrefilli hususta öğretmeninden ağzından söylemesi için aldığı sözlerin neredeyse tümüydü. Bir diğer seferinde o kesin bir biçimde İsa’nın ağzından; düzenlenmiş toplumun, vermiş olduğu adil olan hükümlerin uygulamasında kuvvet kullanmak için her türlü hakka sahip olduğu görüşünü almıştı.

2. Taranto Seyahatine Çıkış

133:2.1 (1470.2) Gemiye biniş yerinde oylanırlarken, tekneyi yükünü boşaltması için beklerlerken, yolcular, bir erkeğin eşine yanlış bir biçimde davranışını gözlemlemişti. Âdeti olarak, İsa, saldırıya maruz kalan kişi adına araya girdi. Sinirli olan kocaya arkadan yaklaşıp, nazik bir biçimde onun omzuna dokunarak şunu söyledi: “Arkadaşım, bir dakikalığına seninle özel olarak konuşabilir miyim? Kızgın adam bu türden bir yaklaşım karşısında şaşkına dönmüştü, ve bir dakikalık utandırıcı bocalamadan sonra, şunu ağzından zorla çıkarabildi — ee — neden — evet, beni rahatsız etmenin sebebi nedir?” İsa onu bir kenara doğru çektiğinde, şunları söyledi: “Arkadaşım, düşünüyorum ki korkunç bir şey başına gelmiş olmalı bu kadar güçlü bir erkeğin, çocuklarının annesi olan eşine ve tam da burada herkesin önünde saldırmasına iten şeyin nedenini söylemeni çok arzu ediyorum. Ben, bu saldırı için iyi bir nedene sahip olduğunu düşündüğünden eminim. Bu Kadın eşinden böyle bir davranışı hak etmek için ne yaptı? Sana şöyle bir baktığımda, yüzünde, merhamet göstermenin arzusu değilse bile, adaletin derin sevgisini algıladığımı düşünüyorum. Zannediyorum ki, beni soyguncular tarafından saldırıya uğramış olarak yol kenarında bulmuş olsaydın, tereddüt etmeden beni kurtarmak için koşardın. Sanıyorum ki, sen, yaşamın boyunca bu tür birçok cesur şeyde bulundun. Şimdi, arkadaşım, söyle bana mesele nedir? Bu kadın yanlış bir şey mi yaptı, yoksa sen, budala bir biçimde aklını yitirip düşüncesizce ona saldırdın?”Bu adamın kalbine İsa’nın ne söylemiş olduğundan çok, sözlerini bitirirken onun kendisine bahşetmiş olduğu iyi bakışı ve anlayış dolu gülüşü dokunmuştu. Şöyle söyledi adam: “Görüyorum ki, sen, Kinikler’in bir din-adamısın, ve ben, beni engellediğin için sana minnettarım. Karım büyük bir yanlış yapmadı o, iyi bir kadın; ancak, onun, insanların içinde beni eleştirme şekli beni sinirlendiriyor, ve öfkemi tutamıyorum. Kendimi denetlemedeki eksikliğim için özür dilerim, ve, yıllar öncesinde bana daha iyi yolu öğretmiş olan senin kardeşlerinden bir tanesine vermiş olduğum eski söze yakışır bir biçimde yaşamaya çalışacağıma söz veriyorum. Sana söz veriyorum.”

133:2.2 (1471.1) Ve, bunun sonrasında, kendisine elvedada bulunurken, İsa şunu söylemişti: “Benim kardeşim, her zaman; erkeğin, kadın irade dâhilinde ve gönüllü olarak kendisine bu türden bir yetkiyi vermedikçe, kadının üzerinde hiçbir haklı yönetim gücüne sahip olmadığını hatırla. Eşin, seninle birlikte yaşam boyunca ilerlemeye, verdiğin savaşlarda sana yardımcı olmaya ve çocuklarına bakma ve büyütme yükünün çok, çok daha fazlasını paylaşma sorumluluğunu üstlenmeye katılmıştır; ve, bu özel hizmetin karşılığı olarak, senden, çocukları taşımak, onlara bakmak ve onları beslemek zorunda olan eş olarak, erkeğin kadına verebileceği özel korumayı alması adil olan tek şeydir. Bir erkeğin eşine ve ortak sahip olduğu çocuklarına bahşetme iradesinde bulunduğu sevgi dolu ilgi ve onları düşünme, bu insanın yaratıcı ve ruhsal öz bilincinin daha yüksek olan aşamalara eriştiğinin göstergesidir. Erkekler ve kadınların; kendilerinde ölümsüz ruhların potansiyelini taşıyan bir biçimde büyümekte olan varlıkları yaratmada işbirliği içine girmeleri bakımından, Tanrı’nın ortak birliktelikleri olduğunu bilmiyor musun? Cennet içindeki Yaratıcı, kâinat çocuklarının Ruhaniyet Annesi’ne kendisinin ortak eşi gibi davranır. Çocuklarınızın yaşamlarında kendinizi yeniden dünyaya getirmenin o kutsal deneyimini oldukça bütüncül bir biçimde seninle paylaşmakta olan anne ortağı ile, yaşamını ve onunla ilişkili her şeyi eşit düzeyde paylaşman Tanrısal’dır. Eğer sen çocuklarını Tanrı’nın seni sevdiği gibi bir sevsen, sen eşini; cennet içindeki Yaratıcı’nın uçsuz bucaksız bir kâinatın ruhaniyet çocuklarının tümünün annesi olan Sınırsız Ruhaniyeti onurlandırdığı ve yücelttiği gibi, derinden sevecek ve onun üzerine titreyeceksin.”

133:2.3 (1471.2) Gemiye binmek için ilerlerken, onlar arkalarına dönüp, sessizce kucaklaşır biçimde durmakta olan gözleri yaşlı çiftin haline baktılar. İsa’nın adama olan iletisinin ikinci yarısını duymuş olarak, Gonod, bu husus hakkındaki düşüncelerle bütün gün boyu meşgul olmuştu; ve, Hindistan’a geri döndüğünde evini yeniden düzenlemeye kesin bir biçimde karar vermişti.

133:2.4 (1471.3) Nikopolis’e olan yolculuk güzeldi, ama rüzgâr elverişli olmadığı için yavaştı. Üçü birçok saati, Roma’daki deneyimlerini anarak ve Kudüs’de ilk buluştukları andan beri başlarına gelmiş her şeyi tekrar hatırlayarak geçirmişlerdi. Ganid, kişisel hizmetin ruhaniyeti ile gittikçe içli dışlı hale gelmekteydi. O, geminin servis bölümünde çalışmaya başlamıştı ancak, ikinci günde, dini olarak kutsal görülen suya düştüğünde, kendisini kurtarması için Yeşu’dan yardım istemişti.

133:2.5 (1471.4) Onlar; bu yerleşkenin savaştan önce ordusunu üzerinde konaklattığı arazi olarak, Aktium savaşını anan bir biçimde “galibiyetin şehri” olarak Augustus’un yaklaşık elli yıl önce kurmuş olduğu şehir olan, Nikopolis’de birkaç gün geçirmişlerdi. Onlar, geminin güvertesinde tanışmış oldukları, Musevi inancına sahip dinini daha sonradan değiştirmiş olan bir Yunanlı olan, Yerami isminde birinin evinde kalmışlardı. Havari Pavlus, üçüncü din-yayım seyahati boyunca bu aynı evde Herami’nin oğlu ile bir bütün kış geçirmişti. Nikopolis’den onlar aynı tekne ile, Ahaya ismindeki Roma vilayetinin başkenti olan Korint’e hareket etmişlerdi.

3. Korint’de

133:3.1 (1471.5) Onlar Korint’e ulaştıkları zaman, Ganid Musevi dini ile oldukça ilgili hale gelmişlerdi; ve, bu nedenle Ganid’in, bir gün bir sinagogun önünden geçerlerken ve insanların içeriye girmekte olduklarını görünce, İsa’dan kendisini ayine götürmesini talep etmesi şaşılası bir durum değildi. O gün onlar, eğitimli bir hahamın “İsrail’in Nihai Sonu” üzerine verdiği bir konuşmayı dinlediler; ve, ayinden sonra onlar, bu sinagogun baş yöneticisi olan Krispus ismindeki biriyle buluştular. Birçok sefer onlar sinagog ayinlerine katılmışlardı ancak, bunu başlıca olarak Krispus ile buluşmak için yapmışlardı. Ganid zaman içinde, Krispus’dan, onun eşinden ve ailesi olan beş çocuğundan çok hoşlanmıştı. O, bir Musevi’nin aile yaşamını nasıl idame ettirdiğini gözlemlemekten fazlasıyla keyif duymuştu.

133:3.2 (1472.1) Ganid aile yaşamını incelerken, İsa Krispus’a dini yaşamın daha iyi biçimlerini öğretmekteydi. İsa, bu ileri görüşlü Musevi ile yirmiden fazla eğitim buluşmasını gerçekleştirmişti; ve, aradan geçen yıllar sonra, Pavlus tam da bu sinagogda duyurusunu gerçekleştirirken, ve öncesinde Museviler onun iletisini reddetmiş ve sinagog içindeki ilave her türlü duyurusunu yasaklamaya oy vermişken, ve Pavlus daha sonra Musevi-olmayanlara yöneldiğinde, tüm ailesi ile birlikte bu Krispus’un bu yeni dini kucaklamış, ve Pavlus’un daha sonra Korint’de düzenlemiş olduğu Hıristiyan din-kurumunun başlıca destekleyicilerinden bir tanesi haline gelmiş oluşu hiç de şaşırtıcı değildir.

133:3.3 (1472.2) Daha sonra Silas ve Timoti’nin kendisine katıldığı bir biçimde, Korint’de on sekiz aylık duyurusunu gerçekleştirdiği süre boyunca Pavlus, “bir Hintli tüccar oğlunun özel Musevi hocası” tarafından öncesinde eğitilmiş bulunan birçokları ile karşılaşmıştı.

133:3.4 (1472.3) Korint’de onlar, üç kıtadan gelmekte olan her ırktan insanlar ile karşılaşmışlardı. İskenderiye ve Roma’dan sonra, burası, imparatorluğun Akdeniz bölümünün en çok uluslu şehriydi. Bu şehirde bir kişinin ilgisini çekebilecek birçok şey bulunmaktaydı ve, Ganid bir an olsun, deniz seviyesinden neredeyse altı yüz metre yukarıda bulunan kaleyi gezmekten yorgun düşmemişti. O aynı zamanda boş vaktinin çok büyük bir kısmını, sinagog çevresinde Krispus’un evinde geçirmişti. O ilk başta Musevi evinde kadının düzeyi karşısında şaşkına düşmüş, daha sonrasında ise büyülenmişti; o, bu genç Hintli için bir açığa çıkarılış idi.

133:3.5 (1472.4) İsa ve Ganid sıklıkla, sinagogun yanında yaşamakta olan Yustus isimli bir dindar tüccarın evi olmak üzere, başka bir Musevi evinde ziyaretçi olarak kabul edilmekteydiler. Ve, daha sonra, birçok kez olmak üzere, Havari Pavlus bu evde konakladığında, kesin bir biçimde, Hintli ufaklık ve onun Musevi özel öğretmeninin yapmış oldukları bu ziyaretlerin hikâyesini dinlemişlerdi; bu gerçekleşirken, hem Pavlus hem de Yustus, böyle bilge ve muhteşem bir İbrani öğretmeninin nerelere gelmiş olduğunu merak etmişlerdi.

133:3.6 (1472.5) Roma’da iken Ganid İsa’nın, halka banyolarına olan gidişlerinde onlara eşlik etmeyi reddetmiş olduğunu gözlemlemişti. Bundan sonra birkaç sefer genç adam, cinslerin aralarındaki ilişkiler ile ilgili kendisini daha etraflıca bir biçimde ifade etmesi için İsa’yı teşvik etmeye çabalamıştı. Her ne kadar İsa ufaklığın sorularını cevap verirse de, o hiçbir zaman bu hususlar üzerinde uzun uzadıya konuşma eğilimi içerisinde gözlenmemişti. Bir akşam Korint çevresinde kale duvarının denize uzandığı yerin yakınında gezinirlerken, iki hayat kadının kendilerini çağırışlarıyla karşılaşmışlardı. Ganid anlatılanları özümsemişti, ve doğrusuyla, İsa yüksek ideallerin bir insanıydı, ve temiz olmayandan payını almış ve içine kötülüğün karıştığı her şeyden iğrenmekteydi; bunun uyarınca, Ganid, bu kadınlara sert bir biçimde konuşup, kaba bir biçimde onları kovmuştu. İsa bunu gördüğünde, Ganid’e şunu söylemişti: “İyi niyetli bir biçimde bunları yapmaktasın, ama Tanrı’nın çocuklarına bu şekilde konuşmaya cüret etmemelisin, her ne kadar onlar tesadüfen hata halindeki çocukları olsa da.” Bizler kimiz de bu kadınlar hakkında yargıya varabilelim? Yoksa, eğer şanslıysam, onları hayatta bir geçim sağlamanın bu türden yöntemlerine başvurmalarına iten koşulların tamamını biliyor musun? Bu hususlar hakkında konuşmak için şurada bir duralım.” Hayat kadınları İsa’nın söylemiş olduğu şeyler karşısında Ganid’den daha da fazla şaşkınlığa uğramışlardı.

133:3.7 (1472.6) Ay ışığının altında orada dururlarken, İsa şunları söyleyen bir biçimde konuşmasına devam etti: “Her insan aklı içerisinde, cennet içindeki Yaratıcı’nın hediyesi olan kutsal bir ruhaniyet yaşamaktadır. Bu iyi ruhaniyet sürekli olarak, bizlerin Tanrı’yı bulmasına ve Tanrı’yı bilmesine yardım etmek amacıyla, Tanrı’ya doğru yönlendirmek için çabalar; ancak, aynı zamanda faniler içinde, Yaratan’ın bireyin ve ırkın refahına hizmet etmesi için koymuş olduğu birçok doğal nitelikli kişisel eğilim bulunmaktadır. Bu aşamada, sıklıkla, erkekler ve kadınlar; kendilerini anlama, ve, bencilliğin ve günahın oldukça geniş ölçüde egemenliği altında bulunan bir dünyada bir geçim sağlamanın çok katmanlı zorluklarıyla baş etme çabalarında kafaları karışmış hale gelmektedirler. Görüyorum ki, Ganid, bu kadınların hiçbiri idare dâhilinde ahlaki çöküntü içerisinde bulunmamaktadır. Yüzlerine bakarak söyleyebilirim ki, onlar çok fazla kederi deneyimlemişlerdir; onlar, acımasız olarak görülen bir kaderin ellerinden çok fazla çekmişlerdir; onlar isteyerek böyle bir yaşam türünü seçmemişler; onlar, ümitsizliğe yaklaşan hayal kırıklığı içinde, içinde bulundukları koşulların baskısına boyun eğip, kendilerine umutsuz olarak görülmüş bir durumdan en iyi şekilde çıkış olarak, bir geçim elde etmenin hoşa gitmeyecek bu yollarını kabul etmişlerdir. Ganid, bazı insanlar gerçekten kalplerinde ahlak yoksunudurlar; onlar kasıtlı bir biçimde, iyi olmayan şeyleri yapmayı tercih etmektedirler; ancak, söyler misin bana, bu gözyaşlarına bulanmış yüzlere baktığın zaman, iyi olmayan veya ahlak yoksunu herhangi bir şey görebiliyor musun?” Ve, vereceği cevap için İsa durakladığında, Ganid yanıtını kekeleyerek çıkarırken sesini güç bela toplayabildi: “Hayır, Öğretmenim, göremiyorum. Ve, onlara karşı kabalığımdan dolayı özür diliyorum — onların bağışlamasını derinden arzu etmekteyim.” Bunun üzerine İsa şunu söyledi: “Ve, nasıl cennet içindeki Yaratıcım adına kendisinin onları affetmiş olduğu hakkında konuşuyorsam, onlar adına da seni affetmiş olduklarını söyleyebilirim. Şimdi, hepiniz; içinde, önümüzde uzanan yeni ve daha iyi bir yaşam için yenileneceğimiz ve tasarımda bulunacağımız bir arkadaşın evine benimle birlikte gelin.” Bu zamana kadar şaşkınlığa uğramış kadınlar ağızlarından bir kelime dahi çıkarmamışlardı onlar birbirlerine bakıp, sessizce, erkekler önden ilerlerken onları takip ettiler.

133:3.8 (1473.1) Böyle geç bir vakit, İsa’nın Ganid ve bu iki yabancı ile birlikte, şunları söyleyerek ortaya çıkışı karşısında Justus’un eşinin yaşadığı şaşkınlığı bir hayal edin: “Sizler bu geç saatte gelişimizi maruz görün, ama Ganid ve ben bir şeyler yemeyi arzu ediyoruz, ve onu, aynı zamanda besine ihtiyaç duyan bu yeni bulduğumuz arkadaşlar ile paylaşmak isteriz; ve, tüm bunların dışında, bizler size, bu bayanların hayatlarında yeni bir başlangıcı gerçekleştirmelerinde yardım etmek için en iyi yol hakkında bizlerle birlikte tavsiyede bulunmaya istekli olacağınız düşüncesiyle geldik. Onlar size hikâyelerini anlatabilirler; ancak, ben, onların fazlasıyla sorunu yaşamış olduklarını çıkarmakta olup, sizlerin evlerindeki tam da bu mevcudiyetlerinin, nasıl içten bir biçimde iyi insanları tanıma arzusu duyduklarının ve nasıl da isteyerek tüm dünyaya — ve hatta cennetin meleklerine bile — ne kadar cesur ve soylu kadınlar haline gelebilecekleri olasılığını kaçırmayacaklarının kanıtını oluşturmaktadır.

133:3.9 (1473.2) Justus’un eşi olan Marta yemeği masaya dağıttığında, beklenmeyen bir elvedada bulunarak İsa şunları söyledi: “Vakit geç olurken, ve genç adamın babası bizleri bekleyeceği için, En Yüksek Unsur’un derinden sevilen çocukları olarak sizi — üç kadını — burada baş başa bırakırken umarım bizi mazur görürsünüz. Ve, ben; sizler, dünya üzerinde ve onun muhteşem büyüklükteki ötesinde bulunan ebedi yaşamda yeni ve daha iyi yaşam için tasarımlarda bulunurken, ruhsal rehberliğiniz için dua edeceğim.”

133:3.10 (1473.3) Böylece İsa ve Ganid, kadınlara elveda da bulundu. Bu vakte kadar iki hayat kadını hiçbir şey söylememişti; benzer bir biçimde Ganid söyleyecek kelime bulamamıştı. Ve, birkaç dakika boyunca Marta’da bu haldeydi; ancak, yakın bir süre içinde o, kendisinden beklenen konuma gelip, İsa’nın öncesinden umut etmiş olduğu her şeyi bu yabancılar için yerine getirdi. Bu iki kadından yaşça daha büyük olanı, bu yaşanılmışlıktan kısa bir süre sonra, ebedi kurtuluşun capcanlı ümitleri ile birlikte, yaşamını yitirmişti; ve, genç olan kadın, Justus’un ticaretini gerçekleştirdiği yerde çalışmış olup, daha sonra, Korint’deki ilk Hıristiyan din-kurumunun yaşam boyu bağlılığını sürdürmüş bir üyesi haline gelmişti.

133:3.11 (1473.4) Birkaç sefer Krispus’un evinde İsa ve Ganid, ilerleyen zamanlarda Pavlus’un sadık bir destekleyici konumuna gelmiş olan, Gaius ismindeki biri ile tanışmıştı. Korint’deki bu iki ay boyunca, onlar, birçok sayıda kıymetli birey ile içten konuşmalarda bulunmuşlardı ve, resmi olmayan görünüme sahip tüm bu iletişimlerin bir sonucu olarak, oldukça etkilenmiş olan bu bireylerin yarısından fazlası, ilerleyen dönemlerdeki Hıristiyan toplumsal birlikteliğinin üyeleri haline gelmişti.

133:3.12 (1473.5) Pavlus ilk olarak Korint’e gittiği zaman, çok uzun süreli bir ziyarette bulunmayı amaçlamamıştı. Ancak, o, Musevi özel öğretmeninin çabaları için nasıl güzel zemin hazırlamış olduğunu bilmiyordu. Ve, buna ek olarak, o; İsa’nın Roma’da iken tanışmış olduğu Kinikler’in bir üyesi olan Aquila’ya ilaveten Priscilla tarafından hali hazırda büyük ilginin yaratılmış olduğunu keşfetmişti. Bu çift Roma’dan gelmiş Musevi mülteciler olup, hızlı bir biçimde Pavlus’un öğretilerini kucaklamışlardı. Pavlus onlar ile birlikte yaşayıp, onlarla beraber çalışmışlardı zira, onlar da çadır ustalarıydı. Bu koşullardan dolayı Pavlus Korint’deki ziyaretini uzatmıştı.

4. Korint’deki Kişisel Görev

133:4.1 (1474.1) İsa ve Ganid, Korint’de çok daha fazla ilgi çekici deneyime sahip olmuştu. Onlar, İsa’dan almış oldukları yönergeden fazlasıyla faydalanmış olan çok büyük sayıdaki kişi ile yakın iletişim içinde bulunmuşlardı.

133:4.2 (1474.2) Bir değirmenciye o; kutsal yaşamın zor şeylerini, bir kişinin akran fanileri arasında zayıf ve düşkün olanlar tarafından bile hazır bir şekilde alınabilecek hale getirmesi amacıyla, yaşam deneyiminin değirmeni içinde gerçeğin tahıllarını öğütmeyi öğretmişti. Şunu söyledi İsa: “Gerçekliğin sütünü, ruhsal algıda bebek aşamasında bulunanlara verin. Yaşayan ve derin sevgi dolu hizmetinizde, ruhsallık besinini, ilgi çekici biçimde ve sizlere sorularıyla gelmekte olan her birinin algı yetisine uygun olarak verin.”

133:4.3 (1474.3) Bir Romalı centurioya şunları söylemişti: “Sezar’ın olan şeyleri Sezar’a, Tanrı’nın olan şeyleri Tanrı’ya teslim et. Tanrı’ya olan içten hizmet ve Sezar’a olan sadık hizmet; Sezar, yalnızca İlahiyat tarafından hak olarak gösterilebilecek özel saygıyı şahsına isteyecek kadar kendini büyük görmeye cüret etmedikçe, birbiriyle çatışmamaktadır. Tanrı’ya olan sadakat, ki eğer onu bilir hale gelirseniz, değerli bir imparatora olan adanmışlığınızda sizleri daha da sadık ve bağlı kılacaktır.”

133:4.4 (1474.4) Mitraik inanışının içten bir önderine şunu söylemişti: “Sen, ebedi kurtuluşun bir dinini aramakta çok iyi yapıyorsun; ancak, bu türden ihtişamlı bir gerçekliği insanların gerçekleştirmiş olduğu gizemler ve insan felsefeleri içinde aramakta hata yapmaktasın. Ebedi kurtuluşun gizeminin kendi öz ruhunun içinde ikamet etmekte olduğunu bilmemekte misin? Cennetin Tanrısı’nın içinde seninle birlikte yaşaması için ruhaniyeti göndermiş olduğunu, ve bu ruhaniyetin, gerçeklik aşığı ve Tanrı hizmetindeki fanilerin tümünü bu yaşamın dışına, ölümün kapılarından ta, Tanrı’nın kendi çocuklarını almak için beklediği yer olan ışığın ebedi doruklarına kadar yönlendirmekte olduğunu bilmiyor musun? Ve, şunu hiçbir zaman unutma: Tanrı’yı bilmekte olan sizler, gerçekten onun gibi olma arzu duyduğunuz zaman, Tanrı’nın evlatlarısınızdır.”

133:4.5 (1474.5) Bir Epikür öğretmenine şunu söylemişti: “Sen, en iyisini seçmede ve iyi olanı yüceltmede çok iyi yapıyorsun; ancak, insan kalbi içinde Tanrı’nın mevcudiyetinin gerçekleşiminden kökenini alan ruhani nüfuz alanları haliyle, fani yaşamın daha büyük özelliklerini algılamada başarısız olunca bilge bir şey mi yapıyorsun? İnsan deneyiminin tümü içinde büyük olan bir şey; sahip olduğu ruhaniyeti, evrenlerin Koruyucusu biçiminde tüm yaratımın Tanrısı olan ortak Yaratıcımız’ın kişisel mevcudiyetine erişmenin uzun ve neredeyse sonsuz olan seyahati boyunca, sizler içinde yaşayan ve bu ileri doğru yolculukta sizlere öncülük etmeyi arzulayan Tanrı’yı bilmenin gerçekleşimidir.”

133:4.6 (1474.6) Bir Yunan yüklenicisine ve inşaat ustasına şunu söylemişti: “Benim dostum, insanların maddi yapılarını inşa ederken, ruhunun içinde bulunan kutsal ruhaniyetin suretinde ruhsal bir karakteri yetiştir. Dünyevi bir inşaat ustası olarak gerçekleştirdiğin kazanımın, cennetin krallığına ait bir ruhsal evlada olan erişimini ilerleme bakımından gölgede bırakmasına izin verme. Zamana ait malikâneleri bir başkası için inşa ederken, ebediyetin malikânelerinin sahipliğini kendi iyeliğin altına kesin olarak almayı ihmal etme. Sürekli olarak; orada, temelleri doğruluk ve gerçeklik, inşa edicisi ve yapıcısı ise Tanrı olan bir şehrin bulunduğunu hatırla.”

133:4.7 (1474.7) Bir Romalı hâkime şunu söylemişti: “İnsanları yargılarken, günün birinde kendinin de, bir evrenin Yöneticileri’nin huzuruna yargılanmak için çıkacak oluşunu hatırla. Adil bir biçimde yargıda bulun, hatta, her nasıl sen bir gün En Yüce Karar Verici’nin ellerinde böyle merhametli düşünüşün arzusunu duyacak olacaksan, merhametli bir biçimde. Benzer durumlarda yargılanabileceğin gibi yargıda bulun; böylece, kanunun yazdıklarına ek olarak onun sahip olduğu ruhaniyeti rehberin al. Ve, her nasıl sen, önüne çıkarılmış olanların ihtiyacı ışığında hakkaniyetin egemenliği altındaki adaleti teslim etmekteysen, benzer bir biçimde, bir gün tüm dünyanın Hâkimi önüne çıktığında merhamet tarafından hafifletilmiş adaleti bekleme hakkına sahip olacaksın.

133:4.8 (1475.1) Yunan konağının bir kadın sahibine şunu söylemişti: “Konukseverliğini, En Yüksek Unsur’un çocuklarını ağırlar gibi sun. Günlük emeğinin zorundalıkla gerçekleşen niteliğini; insanların kalpleri içinde yaşamak, böylece akıllarını dönüştürmek ve ruhlarını kutsal ruhaniyete ait bahşedilmiş tüm bu hediyelerin Cennet Yaratıcısı’na dair bilgiye yönlendirmek amacıyla alçalmış olan kendi ruhaniyeti vasıtasıyla ikamet ettiği kişilerde Tanrı’ya hizmet etmekte olduğunun artan farkındalığıyla, güzel sanatların bir kolunun yüksek düzeylerine çıkar.”

133:4.9 (1475.2) İsa, bir Çinli tüccar ile birçok sohbette bulunmuştu. Elveda ederken, onu şöyle uyarmıştı: “Yalnızca, senin gerçek ruhaniyet atan olan Tanrı’ya ibadet et. Yaratıcı’nın ruhaniyetinin sürekli içinde yaşamakta olduğunu ve onun her zaman ruhun yönünü cennete doğru çevirmekte olduğunu hatırla. Şayet sen, bu ölümsüz ruhaniyetin bilinç dışı yönlendirilişlerini takip edersen, Tanrı’yı bulmanın daha yüksek hale gelmiş doğrultusunda devam etmeden emin olabilirsin. Ve, cennet içindeki Yaratıcı’ya eriştiğin zaman, bu, onu ararken gittikçe artan bir biçimde onun gibi olman nedeniyle gerçekleşecektir. Ve, böyle sağlıcakla kal, Çang, ama yalnızca kısa bir süreliğine; zira, biz, üzerinde, ruhaniyet ruhlarına ait Yaratıcı’nın Cennet yolunda olanlar için birçok muhteşem durak noktası sağladığı yer olan, ışığın dünyalarında tekrar buluşacağız.”

133:4.10 (1475.3) Britanya’dan olan bir yolcuya şunu söylemişti: “Benim kardeşim, gerçekliğin ardına düşmüş olduğunu görebiliyorum; ve, ben, tüm gerçekliğin Yaratıcısı’na ait ruhaniyetin kendi içinde ikamet ediyor olabileceğini düşünüyorum. Hiç içten bir biçimde, kendi öz ruhunun sahip olduğu ruhaniyet ile konuşmayı çabaladın mı? Bu türden bir şey gerçekten de zor olup, nadiren başarılı bir bilinçlilik hali ortaya çıkarmaktadır; ancak, maddi aklın, sahip olduğu ikamet eden ruhaniyeti ile iletişimde bulunmaya çabalayışının her dürüst girişimi belirli bir başarı ile sonuçlanmaktadır, her ne kadar tüm bu muhteşem insan deneyimlerinin çoğunluğu, uzun bir süre boyunca, bu türden Tanrı bilen fanilerin ruhlarında bilinç-üstü kavrayışlar olarak kalsa da.”

133:4.11 (1475.4) Evden kaçmış bir ufaklığa İsa şunu söylemişti: “Hatırla, kaçamayacağın iki şey bulunmaktadır — Tanrı ve kendin. Nereye gidersen git, beraberinde kendini ve kalbin içinde yaşamakta olan cennetsel Yaratıcı’nın ruhaniyetini götürmektesin. Benim evladım, kendini kandırmaya çabalamaya son ver; kesin bir biçimde, yaşamın gerçekleriyle yüzleşmenin cesur alışkanlığına geç; sana öğretmiş olduğum gibi, Tanrı ile olan evlatlığın güvencelerine ve ebedi yaşamın kesinliğine sımsıkı sarıl. Bu günden itibaren, yaşamla cesurca ve ussal bir biçimde yüzleşmeye kararlı bir adam olarak, gerçek bir erkek olmaya çalış.”

133:4.12 (1475.5) Kınanmış bir suçluya son dakikalarında şunları söylemişti: “Benim kardeşim, sen, sık sık kötülüğe düştün. Sen yolunu kaybettin; suçun ağlarına takılmış hale geldin. Seninle konuşmamdan, geçici yaşamına biraz sonra mal olacak şeyi yapmayı tasarlamamış olduğunu çok iyi biliyorum. Ancak, sen bu kötülüğü yaptın, ve akranların senin suçlu olduğunu yargıladılar; senin ölmen gerektiğine karar verdiler. Sen veya ben, devleti, kendisinin tercih etmiş olduğu biçimde bu kendisini koruma hakkından alıkoyamayız. Yapmış olduğun yanlışın cezasından kaçmak için insansı hiçbir yol görünmemektedir. Akranların, yapmış olduğun şey ile seni yargılamak zorundadır; ancak, bağışlama için kendisine başvurabileceğin ve seni gerçek güdülerin ve daha iyi amaçların için yargılayacak olan bir Hâkim bulunmaktadır. Pişmanlığın gerçek ve inancın içten ise, Tanrı’nın yargısıyla yüzleşmekten korkmana gerek bulunmamaktadır. Yaptığın hatanın beraberinde insan tarafından verilmiş olan ölüm cezası taşıyışı, ruhunun, cennetsel mahkemeler önünde adaleti elde etme ve merhameti memnuniyetle deneyimle şansına kendiliğinden gölge düşürmemektedir.”

133:4.13 (1476.1) İsa, bu kayıtta kendisine bir yer bulamayacak kadar çok olarak, geniş bir sayıdaki aç ruh ile birçok içten konuşmada bulundu. Üç yolcu, Korint’deki konukluklarını memnuniyetle deneyimlemişlerdi. Bir eğitim merkezi olarak daha ünlü konumda bulunmuş olan Atina dışında, Korint, bu Roma dönemlerinde Yunanistan’ın en önemli şehriydi; ve, onların bu başarılı bir biçimde kalkınmakta olan ticari merkezdeki iki aylık ikametleri, üçü içinde, fazlasıyla değerli deneyim kazanma imkânını sundu. Onların bu şehirdeki konuklukları, Roma’dan geri dönüş yolcuklarındaki tüm durakları arasında en ilgi çekici olanlarından bir tanesiydi.

133:4.14 (1476.2) Gonod Korint’de birçok amaca sahipti; ancak, nihai olarak onun buradaki işi bitmiş olup, Atina için demir almaya hazırlanmışlardı. Onlar, Korint’in bir limanından on beş kilometre uzaklığındaki bir diğer limanına kara üzerinden, arazi üzerinde ayrılmış özel hattan taşınabilecek küçük bir teknede seyahat etmişlerdi.

5. Atina’da — Bilim Üzerine Söyleşi

133:5.1 (1476.3) Onlar, Yunan bilimi ve eğitiminin tarihi merkezine yakın bir süre içinde varmışlardı ve, Ganid, sınırlarını kendi toprakları olan Hindistan’a kadar genişletmiş bulunan, bir zamanların İskenderiye imparatorluğunun kültürel merkezi olan Yunanistan’da, Atina’da bulunuyor olma düşüncesinden büyük heyecana kapılmıştı. Orada gerçekleştirilmesi gereken çok az ticari iş bulunmaktaydı böylece Gonod vaktinin büyük bir kısmını, ilgi çekici birçok yeri ziyaret ederek ve ufaklık ve onun çok yönlü öğretmeninin ilgi çekici konuşmalarını dinleyerek, İsa ve Ganid ile birlikte geçirmişti.

133:5.2 (1476.4) Büyük bir üniversite, Atina’da hala gelişir halde bulunmaktaydı ve, üçlü, onun eğitim binalarına sıkça gerçekleşen ziyarette bulunmuşlardı. İsa ve Ganid, İskenderiye’deki müzede verilmiş derslere katıldıklarında Plato’nun öğretileri üzerine detaylı bir biçimde konuşmuşlardı. Onların hepsi, hala şehir yerleşkesi içinde tek tük bulunabilen örnekleri olarak, Yunan sanatını memnuniyetle deneyimlemişlerdi.

133:5.3 (1476.5) Hem baba hem de çocuk fazlasıyla, konakladıkları yerde İsa’nın bir akşam bir Yunanlı filozof ile bilim üzerine yapmış olduğu söyleşiden büyük keyif almıştı. Bu kitap eğitimini haddinden fazla öne çıkaran kişi, neredeyse üç saat boyunca konuştuktan sonra, ve söyleşisini bitirdiğinde, İsa, çağdaş düşünce diliyle, şunları söylemişti:

133:5.4 (1476.6) Bilim adamları bir gün, yer çekiminin, ışığın ve elektriğin enerjisini veya diğer bir değişle kuvvet dışavurumları ölçebilen hale gelebilir; ancak, bu aynı bilim adamları hiçbir zaman (bilimsel olarak), bu kâinat olgularının özü itibariyle ne olduklarını söyleyemezler. Bilim, fiziksel-enerji etkinlikleri ile ilgilenir; din, ebedi değerler ile ilgilenir. Gerçek felsefe, bu niceliksel ve niteliksel gözlemleri ortak bir biçimde ilişkilendirmeye elinden geldiği tüm gayreti ile çabalayan bilgelikten doğar. Orada her zaman; tamamiyle fiziksel olan bilim adamının, bırakınız ruhsal görmezliğinin, matematik temelli gururunun veya istatistiksel temelli benliğini öne çıkarışının yaratacağı tehlike bulunmaktadır.

133:5.5 (1476.7) Mantık maddi dünyada geçerlidir; ve, matematik, uygulaması fiziksel şeyler ile sınırlandırıldığı zaman güvenilirdir; ancak, bunların ikisi de yaşam sorunlarına uygulandığı zaman, bütünüyle güvenilebilir veya hatasız bir biçimde sonuç verir değildir. Aritmetik hesap yöntemi; bir kişi bir koyunu on dakikada derisinden ayırır ise, on kişi onu bir dakikada derisinden ayırır der. Bu güvenilir matematiktir, ama gerçek değildir; zira, gerçekte on kişi bir araya gelse bu işi böyle yapamaz; onlar birbirlerinin ayağına öyle kötü bir biçimde dolanırlar ki, iş fazlasıyla uzar.

133:5.6 (1477.1) Matematik; eğer bir kişi belirli bir birimde ussal ve ahlaki değere karşılık gelir ise, on kişinin bütünlüğü bu değerin on katı kadar değere karşı gelir yönergesinde bulunur. Ancak, konu insan kişiliği ile olan iletişim olduğunda, bu türden bir kişilik ilişkileminin; basit aritmetik toplamı yerine, denklemin parçası olan kişiler sayısının misli kadar bir değere eşit olduğunu söylemek gerçekliğe daha yakın bir yönerge olacaktır. Eş güdümsel hale getirilmiş olan çalışır uyum içindeki insan varlıklarının toplumsal bir bütünlüğü, onu oluşturan kısımların yalın toplamından çok daha büyük bir kuvvete karşılık gelmektedir.

133:5.7 (1477.2) Nicelik; bir gerçek, ve böylece bir bilimsel ortak ölçütlülük haline gelen bir biçimde, tanımlanabilir. Nitelik, aklın yorumunu konu alan bir husus olarak, değerlere dair değer biçimini temsil etmekte olup, bu nedenle, bireyin bir deneyimi olarak kalmak zorundadır. Hem bilim hem de din, daha az dogmatik ve eleştiriye daha fazla hoşgörülü hale geldiğinde, felsefe bunun sonrasında, kâinatın ussal kavrayışı içinde bütünlüğü elde etmeye başlayacaktır.

133:5.8 (1477.3) Mevcut halde çalışma biçimlerini bir anlayacak olsaydınız, kâinatsal evrende bütünlük bulunmaktadır. Mevcut evren, ebedi Tanrı’nın her çocuğuna arkadaşçıl niteliktedir. Gerçek sorun şudur: İnsanın sınırlı aklı nasıl olur da, düşüncenin mantıklı, gerçek ve ilişkili bütünlüğünü elde edebilir? Aklın bu kâinatı-bilen-düzeyine yalnızca; niceliksel gerçekliğin ve niteliksel değerin, Cennet Yaratıcısı içinde ortak bir kökensellikten kaynağını almış olduğunu kavramakla erişilebilir. Gerçekliğin bu türden bir kavramsallaşması, kâinat olgularının sahip olduğu amaçsal bütünlüğüne dair daha geniş bir kavrayışı açığa çıkarır; o, ilerleyici kişilik kazanımının ruhsal olan bir gayesini bile açığa çıkarır. Ve, bu; sürekli değişmekte olan kişilik-dışı ilişkilerden ve evrimleşen kişilik ilişkilerinden oluşan bir yaşayan evrenin değişmeyen arka planını hissedebilen, bir bütünlük kavramsallaşmasıdır.

133:5.9 (1477.4) Madde ve ruhaniyet ve onların arasında kalan düzey, mevcut evrenin gerçek bütünlüğünün karşılıklı ilişkili ve ortak birliktelik içindeki üç aşamasıdır. Gerçek ve değerin evrensel olguları ne kadar ayrı görülebilirse görülsün, onlar, son kertede, En Yüce Olan içinde bütüncül haldedir.

133:5.10 (1477.5) Maddi mevcudiyetin gerçekliği, görülebilir haldeki maddeye ek olarak fark edilemeyen enerji ile ilişkilidir. Kâinatın enerjileri, gereken düzeyde hareketi elde eden bir biçimde yavaşladığında, bunun sonrasında, elverişli koşullar altında, bu aynı enerjiler kütle haline gelmektedirler. Ve, unutmayın, görünür gerçekliklerin mevcudiyetini tek başına algılayabilen aklın da, kendisi içinde gerçek olduğunu unutmayın. Ve, enerji-kütleden, akıldan ve ruhaniyetten oluşan bu evren, ebedidir — o, Kâinatın Yaratıcısı ve onun mutlak eş güdüm unsurlarının doğasında ve tepkilerinde mevcut bulunmakta olup, bunlardan oluşmaktadır.

133:5.11 (1477.6) Onların hepsi, İsa’nın sözcükleri karşısında şaşkınlığa uğramışlardı ve, Yunanlı, onlara elveda ettiğinde şöyle söylemişti: “En sonunda benim gözlerim, ırksal üstünlükten başka bir şey düşünen ve dinden başka bir şey konuşan bir Musevi’ye bakıyor.” Ve, onlar gece için istirahata çekilmişlerdi.

133:5.12 (1477.7) Atina’daki konaklama keyifli ve faydalı olmuştu; ancak, o, insan ilişkileri bakımından dikkate değer bir biçimde verimli geçmemişti. Bu dönemin Atinalıları’nın haddinden fazla büyük bir kısmı ya ussal olarak belirli bir dönemdeki ünleri nedeniyle gururlu, yâda, zihinsel olarak, Yunanistan’da ihtişamın ve onun insanlarının akıllarında bilgeliğin bulunduğu bu öncül dönemlerdeki alt düzey kölelerin doğumları olarak, yetersiz ve cahildi. Böyleyken bile, hala, Atina’nın vatandaşları arasında birçok keskin akıl bulunabilmekteydi.

6. Efes — Ruh üzerine Söyleşi

133:6.1 (1477.8) Atina’dan ayrılırlarken, onlar Roma’nın Asya vilayetinin başkenti olan Efes’e, Biga Yarımadası üzerinden gitmişlerdi. Onlar, şehrin merkezinden yaklaşık olarak üç buçuk kilometre uzaklığında bulunan, Efesliler’in ünlü Artemis tapınağına birçok ziyarette bulunmuşlardı. Artemis, tüm Küçük Asya’nın sahip olduğu en ünlü tanrıça olup, ilkçağ Anadolu dönemlerinin daha da öncül ana tanrıçasının bir devamıydı. Kendi ibadetine adanmış olan devasa mabet içindeki detaylı olmayan putunun, yaygın bir biçimde cennetten düşmüş olduğuna inanılmaktaydı. Ganid’in, kutsallığın simgeleri olarak imgelere saygı duymasından olan öncül eğitiminin tümü silinmemişti, ve o, Küçük Asya’nın bu bereket tanrıçasının onuruna, gümüş olan küçük bir kutsal parçayı satın almanın en iyisi oluğunu düşündü. Bu gece onlar, insan elleriyle yapılmış olan şeylere ibadet hakkında çok uzun süren bir konuşmada bulunmuşlardı.

133:6.2 (1478.1) Konukluklarının üçüncü gününde onlar, limanın ağzında gerçekleşen su tabanının temizlenişi görmek için nehir boyunca yürümüşlerdi. Öğlen onlar, evini çok özlemekte olan ve fazlasıyla hayal kırıklığına uğramış genç bir Fenikeli ile konuşmuşlardı ancak, her şeyden çok o, kendinin üzerine geçen bir biçimde terfi almış genç bir adamı kıskanır halde bulunmaktaydı. İsa ona teselli edici sözlerde bulunup, eskilerin şu Musevi atasözünü söylemişti: “Bir insanın mahareti, kendi yerini yapar ve kendisini büyük insanların karşısına çıkartır.”

133:6.3 (1478.2) Onların, Akdeniz’in bu turu içinde ziyaret etmiş olduğu tüm büyük şehirler içinde, Hıristiyan din-yayıcılarının ilerdeki çabaları için en az değerde bulunan şeyi burada elde etmişlerdi. Hıristiyanlık Efes’deki başlangıcını, geniş ölçüde; bir geçim sağlamak için çadırlar yapan ve her gece Tiranüs okulunun ana amfi odasında din ve felsefe üzerine ders veren bir biçimde, iki yıldan daha uzun bir süre boyunca burada ikamet etmiş olan Pavlus’un çabaları vasıtasıyla elde etmişti.

133:6.4 (1478.3) Orada, bu yerel felsefe okulu ile ilişkili olan gelişen düşüncelere açık bir düşünür bulunmaktaydı ve, İsa, kendisiyle birkaç yararlı görüşme oturumunda bulunmuştu. Bu konuşmalar boyunca İsa tekrar eden bir biçimde “ruh” kelimesini kullanmıştı. Bu eğitimli Yunan nihai olarak “ruh” ile neyi kastetmekte olduğunu sorunca, o şöyle yanıtladı:

133:6.5 (1478.4) “Ruh; insanın, insan varlığını hayvan dünyası seviyesinin üzerine sonsuza kadar çıkartmakta olan kendi kendisini irdeleyici, gerçeklik-kavrayıcı ve ruhaniyet algılayıcı kısmıdır. Öz bilinç, tek başına, ruh değildir. Ahlaki öz bilinç, insanın gerçek nitelikli öz gelişimi olup, insan ruhunun temelini oluşturmaktadır; ve, ruh, insan deneyiminin potansiyel kurtuluş değerini temsil etmektedir. Tanrı’yı bilme yetkinliği ve onun gibi olma dürtüsü olarak, ahlaki tercih ve ruhsal kazanım ruhun temel özellikleridir. İnsanın ruhu, ahlaki düşünceden ve ruhsal etkinlikten ayrı bir biçimde mevcut olamaz. Durağan bir ruh, ölmekte olan bir ruhtur. Ancak, insanın ruhu, akıl içinde ikamet eden kutsal ruhaniyetten farklıdır. Kutsal ruhaniyet, insan akılının ilk ahlaki etkinliği ile eş zamanlı olarak gelmektedir; ve, bu, ruhun doğum anıdır.

133:6.6 (1478.5) “Bir ruhun kurtuluşu veya yitirilişi; fani bilincin, birliktelik içinde bulunduğu ölümsüz ruhaniyet bahşedilmişliği ile ebedi ortaklık boyunca kurtuluş düzeyine erişip erişmemesiyle ilişkilidir. Kurtuluş, aracılığıyla kurtuluş değerine sahip olur hale geldiği, fani bilincin kendisini gerçekleştirişinin ruhsallaşmasıdır. Ruhsal çatışmanın tüm türleri, ister ahlaki isterse de ruhsal olan, öz bilinç ile tamamiyle ussal olan öz bilinç arasındaki uyum eksikliğinden meydana gelmektedir.

133:6.7 (1478.6) “İnsan ruhu; olgunlaştığı, soylulaştığı ve ruhsallaştığı zaman, maddi benlik ile kutsal ruhaniyet olarak maddi ve ruhsal arasında bulunan bir bütünlüğe yakınlaşması bakımından, cennetsel düzeye yaklaşır. Bir insan varlığının evrimleşen ruhu, tarif edilmesi zor ve gösterilmesi ize daha da zor olan konumdadır; çünkü, ne maddi araştırmanın ne de ruhsal kanıtlamanın yöntemleri tarafından keşfedilmez niteliktedir. Maddi bilim, bir ruhun mevcudiyetini gösteremez; ne de saf ruhaniyet-testi bunu gerçekleştirebilir. Hem maddi bilimin hem de ruhsal ölçütlerin insan ruhunun mevcudiyetini keşfetmedeki başarısızlığına rağmen, ahlaki olarak bilince sahip her fani, gerçek ve mevcut bir kişisel deneyim olarak kendi ruhunun varlığından haberdardır.”

7. Kıbrıs’daki Konukluk — Akıl üzerine Söyleşi

133:7.1 (1479.1) Yakın bir zaman içinde yolcular, Rodos’da mola vererek, Kıbrıs için denizden yola almışlardı. Onlar uzun deniz seyahatinden büyük keyif duymuş olup, istikametleri olan adaya beden olarak fazlasıyla dinlenmiş ve ruhaniyet olarak fazlasıyla canlanmış halde vardılar.

133:7.2 (1479.2) Akdeniz turları sona yaklaşırken, Kıbrıs’a olan bu seyahatlerinde gerçek anlamda dinlenmenin ve eğlenmenin bir sürecini deneyimlemek, onların öncesinden tasarlamış oldukları bir şeydi. Onlar Paphos’da karaya çıkmış olup, derhal, yakındaki dağlarda birkaç haftalık konaklamaları için ihtiyaçlarına tedarik etmeye başlamışlardı. Varışlarından sonraki üçüncü günde, oldukça yüklü taşıma hayvanları ile tepeleri arşınlamaya koyuldular.

133:7.3 (1479.3) İki hafta boyunca üçlü fazlasıyla kendilerini eğlendirmişti; ve, bunun sonrasında, hiçbir ön belirti olmadan, genç Ganid birden çok ciddi bir biçimde hastalanmıştı. İki hafta boyunca o, sıklıkla bilincini yitirir hale gelerek, şiddetli bir ateşe maruz kalmıştı hem İsa hem de Gonod, hasta çocuğa refakat etmekle meşguldü. İsa mahirane bir biçimde ve hassasiyetle ufaklığa bakmıştı ve, baba, İsa’nın sıkıntı içindeki gence olan tüm hizmetindeki hem inceliğini ve hem de uzmanlığı karşısında hayretler içinde kalmıştı. Onlar, insan yerleşkelerinden çok uzaktaydı ve, çocuk, taşınamayacak kadar çok hastaydı böylelikle onlar, tam da oracıkta, dağlarda çocuğu sağlığa kavuşturmak için ellerinden gelenin en iyi koşullarını hazırlamışlardı.

133:7.4 (1479.4) Ganid’in üç haftalık iyileşme süreci boyunca, İsa ona, doğa ve onun çeşitli halleri hakkında birçok ilgi çekici şey söylemişti. Ve, çocuğun sorular sorarak, İsa’nın onları cevaplayarak ve babanın ise tüm bu olanları gözleri kamaşmış halde izleyerek, onlar dağlar üzerinde keşfeder halde gezerken ne eğlenmişlerdi.

133:7.5 (1479.5) Dağlardaki konukluklarının son haftasında, İsa ve Ganid, insan aklının işlevleri hakkında uzun bir konuşmada bulunmuştu. Konuşmadan birkaç saat sonra ufaklık şu soruyu sormuştu: “Ama, Öğretmenim; insanın, daha yüksek düzeyde bulunan hayvanlardan daha yüksek bir öz benlik türünü deneyimlediğini söylediğinde neyi kastetmek istiyorsun?” Ve, modern kavramsallaşmalar içinde tekrar ifade edildiği biçimiyle, İsa bu soruyu şöyle cevapladı:

133:7.6 (1479.6) Benim evladım, ben sana, insanın aklı ve onun içinde yaşamakta olan kutsal ruhaniyet hakkında fazlasıyla şeyi çoktan söylemiş bulunmaktayım; ancak, şimdi, öz benliğin bir mevcudiyet olduğunun altını çizmeme izin ver. Herhangi bir hayvan öz bilince sahip hale geldiğinde, o ilkel bir insan konumuna gelmektedir. Bu türden bir kazanım, kişilik-dışı enerji ile ruhaniyet-algılayan akıl arasındaki bir eş güdüm ilişkisinden kaynaklanmaktadır; ve, cennet içindeki Yaratıcı’nın ruhaniyeti olarak, insan kişiliği için mutlak bir odak noktasının bahşedilmişliğine kanıtlık oluşturan şey bu olgudur.

133:7.7 (1479.7) Düşünceler yalın bir biçimde hislerin bir kaydı değildir; düşünceler, hisler ve ona ek olarak kişisel benliğin irdeleyici yorumlarıdır; ve, benlik, bir kişinin sahip olduğu hislerin toplamından daha fazlasıdır. Burada, evrimleşen bir benlik içerisinde bütünlüğe olan yaklaşıma benzer bir şey başlamaktadır; ve, bu bütünlük, bu türden öz bilince sahip hayvan-kökenli aklı ruhsal olarak etkinleştiren, mutlak bütünlüğüne ait bir nüvenin ikamet mevcudiyetinden elde edilmektedir.

133:7.8 (1479.8) Hiçbir basit hayvan, bir zaman-bilincine sahip bulunmamaktadır. Hayvanlar, birliktelik halindeki his-farkındalığın fizyolojik bir eş güdümünü ve onunla beraber gelen hafızayı ellerinde bulundurur; ancak, onlardan hiçbiri, hissin anlamlı bir farkındalığını deneyimlememekte veya, ussal ve irdeleyici insan yorumlamalarından gelen nihai yargılarda sergilenmekte olduğu gibi, bu bir araya gelmiş insan deneyimlerinin bilinç dâhilindeki bir ilişkilemini sergilememektedir. Ve, öz bilince sahip haldeki mevcudiyetinin bu gerçeği, ilerideki ruhsal deneyimin mevcudiyeti ile birliktelik halinde, insanı kâinatın potansiyel bir evladı haline getirmekte olup, kâinatın En Yüce Bütünlüğüne olan nihai erişiminin habercisi olmaktadır.

133:7.9 (1480.1) Ne de insan benliği, sadece bilincin birbirini takip eden aşamalarının toplamı değildir. Bir bilinç ayrıştırıcısının ve ilişkilendiricisinin etkin bir biçimde gerçekleşen faaliyeti olmadan, benlik olarak tanımlanacak bir şeye kanıtlık edecek yeterli bütünlük bulunamaz. Bu türden bütünleşmemiş bir akıl neredeyse hiçbir biçimde, insan düzeyinin bilinç seviyelerine erişemez. Eğer bilincin ilişkilemleri yalnızca bir kaza olsaydı, insanların tümünün akılları, bunun sonrasında, zihinsel deliliğin belirli fazlarının denetimsiz ve rastgele ilişkilemlerini sergilerdi.

133:7.10 (1480.2) Yalnızca fiziksel hislerin bilincinden inşa edilmiş olan bir insan aklı, ruhsal düzeylere hiçbir zaman erişemezdi; maddi aklın bu türü, ahlaki değerlerin bir duyuşundan bütünüyle yoksun olup, zaman içinde uyumlu haldeki kişilik bütünlüğüne erişmek için oldukça hayati olan ve ebediyet içindeki kişilik kurtuluşundan ayrılamaz nitelikte bulunan, ruhsal baskınlığın yönlendirici bir duyuruşuna sahip olmayacaktı.

133:7.11 (1480.3) İnsan aklı öncül bir biçimde, madde-ötesinde bulunan nitelikleri sergilemeye başlamaktadır; gerçek anlamıyla ilerleyici olan insan usu, zamanın sınırları tarafından tümüyle bağlı değildir. İnsanların yaşamda gerçekleştirmekte oldukları şeylerin oldukça farklılıklar gösterişi; yalnızca, kalıtımın çeşitli bahşedilmişliklerini ve çevrenin farklı etkilerini değil, aynı zamanda, benlik tarafından elde edilmiş Yaratıcı’nın ikamet eden ruhaniyeti ile olan bütünleşmenin düzeyini de göstermektedir.

133:7.12 (1480.4) İnsan aklı oldukça iyi bir biçimde, çifte birlikteliğin çatışmasına karşı duramamaktadır. Hem iyi hem de kötüye hizmet etmenin bir çabası deneyiminden geçmek ruh üzerinde ciddi bir gerginlik yaratmaktadır. Olası en yüksek derecede mutlu ve etkin bir biçimde bütünleşmiş akıl; bütünüyle, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeye adanmış olan akıldır. Çözümlenmemiş çatışmalar bütünlüğü yok etmekte olup, akıldaki aksamaya neden olabilir. Ancak, bir ruhun kurtuluş karakteri; ne pahasına olursa olsun akıl huzurunu teminat altına alma girişimiyle, soylu gelecek arzularını bırakmakla ve ruhsal ideallerden taviz vermekle desteklenilmemektedir; bunun yerine, bu türden huzur, gerçek olanın zaferinin kararlı bir biçimde olumlanması ile elde edilir; ve, bu zafer, iyiliğin muktedir kuvveti ile kötülüğün üstesinden gelmek ile elde edilir.

133:7.13 (1480.5) Bir sonraki onlar, Suriye sahili üzerindeki Antakya için demir aldıkları yer olan, Salamis için ayrıldılar.

8. Antakya’da

133:8.1 (1480.6) Antakya, Roma vilayeti olan Suriye’nin başkentiydi; ve, imparator valisinin ikameti buradaydı. Antakya, yarım milyondan fazla sakine sahipti; büyüklük bakımından imparatorluğun üçüncü şehri olup, kötülüğü tercihte ve pervazsız ahlaki düşkünlükte birinciydi. Gonod’un, gerçekleştirmesi gereken ciddi ölçüde iş ilişkisi bulunmaktaydı böylelikle İsa ve Ganid çoğu zaman kendi başlarınaydılar. Onlar, Dafni’nin mezarı dışında bu çok dilli şehirde her yeri ziyaret etmişti. Gonod ve Ganid, utancın bu çok ünlü mabedini ziyaret etmişti; ancak, İsa, onlara eşlik etmeyi geri çevirmişti. Bu türden sahneler, Hintliler için çok hayrete düşürücü değildi; ancak, onlar, idealist bir İbrani için tiksindiriciydi.

133:8.2 (1480.7) İsa, Filistin’e yaklaşırken ve yolculuklarının sonuna gelirken, ciddi ve düşünceli hale geldi. O, Antakya’da birkaç kişiyi ziyaret etmişti; nadiren şehir etrafında dolaşmıştı. Öğretmeninin Antakya’ya neden bu kadar az ilgi gösterdiğini öğrenmek için sorgulayışından sonra, Ganid nihai olarak İsa’nın ağzından şu cümleleri alabilmişti: “Bu şehir, Filistin’den çok da uzak değil; muhtemelen bir gün buraya tekrar geri dönebilirim.”

133:8.3 (1481.1) Ganid, Antakya’da oldukça ilgi çekici bir deneyim yaşamıştı. Bu genç adam kendisini yetkin bir öğrenci olarak kanıtlamış olup, hâlihazırda, İsa’nın öğretilerinden bazılarını gündelik yaşamda kullanmaya başlamıştı. Antakya’da babasının işi ile ilişkili, kovulması düşünülecek kadar çirkin ve istenmeyen hale gelmiş belli başlı bir Hintli bulunmaktaydı. Ganid bunu duyduğunda, babasının iş yerinin yolunu tutup, akran ülkedaşı ile uzun bir görüşmede bulundu. Bu kişi, yanlış bir işte çalıştırılmış olduğunu hissetmişti. Ganid ona cennet içindeki Yaratıcı’dan bahsedip, birçok yönden onun din hakkındaki görüşlerini genişletti. Ancak, tüm bunların içinde, Ganid, bu kişiye en fazla katkıda bulunmuş olan bir Musevi atasözünü söylemişti; ve, bu bilgelik sözü: “Elin yapılacak neyi buluyorsa, onu tüm gücünle yerine getir.”

133:8.4 (1481.2) Eşyalarını deve kervanı için hazırladıktan sonra, Sayda ve oradan da Şam’a indiler; ve, üç gün sonra, çöl kumları arasındaki zorlu uzun bir yolculukları için hazır hale geldiler.

9. Mezopotamya’da

133:9.1 (1481.3) Çöl boyunca gerçekleşen bu kervan seyahati, bu fazlasıyla seyahatte bulunmuş kişiler için yeni bir deneyim değildi. Ganid öğretmeninin, on iki devenin yüklenişinde yardım edişini izlediğinde ve kendi hayvanını sürüşünde gönüllü oluşunu gözlemlediğinde, hayretle şöyle bağırmıştı: “Öğretmenim, senin yapamayacağın bir şey var mı?” İsa şöyle söyleyerek sadece gülmüştü: “Öğretmen kesinlikle, kararlı bir öğrencinin gözlerinde onurdan yoksun değildir.” Ve, böylece onlar, tarihi Ur şehri için yola koyuldular.

133:9.2 (1481.4) İsa, İbrahim’in doğum yeri olan, Ur’un öncül tarihi ile fazlasıyla ilgilenmişti; ve, o eşit bir biçimde, Susa’nın kalıntıları ve gelenekleri ile büyülenmişti; bu öyle bir düzeydeydi ki, Gonod ve Ganid, incelemelerini gerçekleştirebilmesi için İsa’ya daha çok zaman sağlamak ve aynı zamanda Hindistan’a kendileri ile birlikte geri dönmesi için onu ikna etmenin daha iyi bir imkânını vermesi amacıyla bu kısımlarda konukluklarını üç hafta uzatmışlardı.

133:9.3 (1481.5) Ganid’in İsa ile; bilgi, bilgelik ve gerçeklik arasındaki farka dair uzun bir konuşmada bulunması Ur’da gerçekleşmişti. Ve, Ganid, bir Musevi bilgenin sözünden fazlasıyla etkilenmişti: “Bilgelik, başat bir şeydir; bu nedenle, bilgeliği elde edin. Bilgi için tüm arayışlarınızda, anlayışı elde edin. Bilgeliği yüceltin ki o sizi yüceltsin. Eğer onu sadece kucaklayacak olursanız, o sizi onura götürecektir.”

133:9.4 (1481.6) Sonunda onların ayrılma günü geldi. Onların hepsi, özellikle ufaklık olmak üzere, metindi; ancak, bu ayrılık zorlayıcı bir deneyimdi. Onların, gözleri yaşlı ama kalpleri sağlamdı. Öğretmenine elvedada bulunurken, Ganid şöyle söyledi: “Elveda, Öğretmenim, ama sonsuza kadar değil. Şam’a tekrar geldiğimde, seni arayacağım. Seni çok seviyorum, zira cennet içindeki Yaratıcı’nın sana benzer bir varlık olduğunu düşünüyorum; en azından, senin, onun hakkında söylediğin şeye çok benzediğini biliyorum. Senin öğretini hatırlayacağım, ancak en önemlisi, seni hiçbir zaman unutmayacağım.” Baba ise şunu söylemişti: “Bizleri daha iyi insanlar haline getirmiş ve Tanrı’yı bilmemize yardım etmiş büyük bir öğretmene elveda.” Ve, İsa onları şöyle cevap verdi: “Huzurla kalın, ve cennet içindeki Yaratıcı’nın kutsayışı her zaman sizlerle olsun.” Ve, İsa sahilde durup, küçük tekne onları demir atmış beklemekte olan gemilerine götürürken izledi. Böylece Üstün Hindistan’dan gelen arkadaşlarını, bu dünya üzerinde bir daha hiçbir zaman görmeyecek bir biçimde, Çaraks’da bırakmıştı ne de onlar, bu dünya içinde olarak, daha sonra Nasıralı İsa halinde ortaya çıkmış kişinin, öğretmenleri Yeşu olan — daha yakın zamanda elvedada bulundukları bu aynı arkadaşları olduğunu hiçbir zaman bilmeyeceklerdi.

133:9.5 (1481.7) Hindistan’da Ganid, önde gelen babasının layık bir varisi olarak etkili güce sahip bir kişi haline geldi; ve, o, çok sevdiği öğretmeni İsa’dan öğrenmiş olduğu soylu gerçekliklerin çoğunu kendi ülkesinin dışlarına kadar yaymıştı. Hayatının daha sonraki devresinde, Ganid, Filistin’de bir çarmıhta süreci son bulmuş garip bir öğretmeni duyduğunda; her ne kadar bu İnsan Evladı’nın müjdesi ile Musevi özel öğretmeninin öğretileri arasındaki benzerleri fark etmişse de, bu iki kişinin gerçekte aynı insanlar olduğu hiçbir zaman aklına gelmemişti.

133:9.6 (1482.1) Böylece, İnsan Evladı’nın yaşamında şöyle adlandırılabilecek bir dönem sona ermiş oldu: Öğretmen Yeşu’nun görevi.

Foundation Info

Yazıcı uyumluYazıcı uyumlu

Urantia Foundation, 533 W. Diversey Parkway, Chicago, IL 60614, USA
Tel: +1-773-525-3319; Fax: +1-773-525-7739
© Urantia Foundation. All rights reserved